Yoğun bir iş günü öğlesinde, aynı anda camdan bakıyoruz.
Aralık ayında güneşi görüp birbirimize dönüyoruz aynı anda.
“Haydi dışarıda yiyelim” diyoruz.
Zamanımız sınırlı, apar topar atıyoruz kendimizi dışarıya.
Yakınımızda yeni ve gösterişli AVM* ler var.
Çok temiz ve yeni mobilyalarla döşenmiş fast food dükkanları var.
Çok uluslu markaların temsilciliğini almış restaurantlar, kafeler dizilmişler yan yana.
Nerede otursak, neler yesek diye düşünürken sahilde buluyoruz kendimizi.
Kandilli iskelesinde denize sıfır bir masaya oturuyoruz.
Balıkları beklerken, bu ani kaçışımızın sohbetine başlıyoruz.
Çok sevdiğim arkadaşım, canım kardeşim Arzu, kızıyor bana.
“Ne zamandır bekliyorum,” diyor. “Ne zaman gideceğiz istediğim gibi bir yere?”
Aralık ayında güneşi görüp birbirimize dönüyoruz aynı anda.
“Haydi dışarıda yiyelim” diyoruz.
Zamanımız sınırlı, apar topar atıyoruz kendimizi dışarıya.
Yakınımızda yeni ve gösterişli AVM* ler var.
Çok temiz ve yeni mobilyalarla döşenmiş fast food dükkanları var.
Çok uluslu markaların temsilciliğini almış restaurantlar, kafeler dizilmişler yan yana.
Nerede otursak, neler yesek diye düşünürken sahilde buluyoruz kendimizi.
Kandilli iskelesinde denize sıfır bir masaya oturuyoruz.
Balıkları beklerken, bu ani kaçışımızın sohbetine başlıyoruz.
Çok sevdiğim arkadaşım, canım kardeşim Arzu, kızıyor bana.
“Ne zamandır bekliyorum,” diyor. “Ne zaman gideceğiz istediğim gibi bir yere?”
Eyvah!
Yine utanıp kızarıyorum.
Yıllar önce ilk istediğinde “Ondan kolayı var mı?” diyerek gülmüş ve söz vermiştim ona.
En kısa sürede, bakımsız bir bahçe içinde, tahta iskemlelerin arasında ayakta zorlukla duran, üzerinde güllü, dallı muşamba örtüsü olan bir masa bulacaktım.
Öyle zengin mutfağı olmasına gerek yoktu.
Hatta temiz olması da şart değildi.
“Böyle çok yer var, ben bir bakayım haftaya gideriz.” deyince, bana niye alaysı bir gülücükle baktığını anlamamıştım ilk önce.
“Bak” demişti, “Öyle, çok müşterisi olan, içinde her türlü eğlencenin olduğu, bahçe mobilyalı, minderli, şemsiyeli, özel kıyafetli aşçıların, garsonların olduğu yeni model piknik alanı istemiyorum.”
“Tamam, anladım” demiştim. “Salaş, bir bahçede, kırık dökük bir tahta masa olacak.”
“Çivileri gevşemiş tahta iskemleleri olacak.” diye devam etmişti.
“Tahta masanın üzerinde muşamba örtü olacak” demiştim.
“Muşamba örtüde, bıçak izleri olacak” diyerek gülmüştü.
“Bunu dert etme, olmadı biz çizeriz bıçakla” dediğimde, bakıp yüzüme yine.
“O çizikler kirden kararmış olacak ama” demişti.
Ve devam etmişti istediği mekanı tarif etmeye.
“Muşamba örtünün üzerindeki güller güneşten solmuş olacak. Masanın yanına sarkan ve çivilerle tutturulan kenarlardaki güller ise daha renkli kalacak. Masanın bacağına yakın yerlerinde paslı, çivi izleri bulunan bir örtü olacak”
“O anda çizersek olmaz, çiziklerin içi temiz kalır.”
“Ha şunu bileydin.”
“Güllerini de solduramayız, aynı anda muşamba örtünün.”
“Paslı, eski çivi deliklerini de unutma.”
Eskiden olsa, kolaydı böyle yerler bulmak. Eski Türk filmlerinde vardı böyle mekanlar. Şarkılar bile yakılmıştı “Ayağı kırılmış o tahta masa”ya.
Çok zaman geçmişti bunları konuşalı. Ben gezip dolaştıkça bu ormanşehir içinde, hangi ağacın altında bir masa görsem, üzerinde muşamba örtü arar olmuştum.
Balıklarımızı beklerken yanımızda oturan, sessiz ve şaşkınlıkla bizi dinleyen arkadaşımız Cemile giriyor söze.
“Gerçekten böyle kirli bir yer mi? istiyorsunuz?”
Eskiden olsa, kolaydı böyle yerler bulmak. Eski Türk filmlerinde vardı böyle mekanlar. Şarkılar bile yakılmıştı “Ayağı kırılmış o tahta masa”ya.
Çok zaman geçmişti bunları konuşalı. Ben gezip dolaştıkça bu ormanşehir içinde, hangi ağacın altında bir masa görsem, üzerinde muşamba örtü arar olmuştum.
Balıklarımızı beklerken yanımızda oturan, sessiz ve şaşkınlıkla bizi dinleyen arkadaşımız Cemile giriyor söze.
“Gerçekten böyle kirli bir yer mi? istiyorsunuz?”
“Evet, böyle sade, sessiz ve temiz bir yer arıyor, ama bulamıyoruz.”
“Ama muşamba örtüde kirler olacak, paslı çiviler olacak diyorsunuz.”
“Evet, ama kirler yalnızca örtünün çiziklerinde kalacak. Aynı bahçeden toplanmış, hormonsuz gıdalar yiyeceğiz.”
“Bahçeyi, köylü bir aile işletiyor olacak.”
Balıklar çok lezzetli. Ama öğlen tatilimiz bitmek üzere. Kalkıp dönüyoruz. Yol boyunca denizin karşı yamacındaki orman içine yapılmış lüks villalara bakıyorum.
Sevgili Lokman’ın derginin ilk sayısını heyecanla anlattığı sohbetimize gidiyorum bir anda.
“Ormanşehir, derken?..”
Balıklar çok lezzetli. Ama öğlen tatilimiz bitmek üzere. Kalkıp dönüyoruz. Yol boyunca denizin karşı yamacındaki orman içine yapılmış lüks villalara bakıyorum.
Sevgili Lokman’ın derginin ilk sayısını heyecanla anlattığı sohbetimize gidiyorum bir anda.
“Ormanşehir, derken?..”
Lokman, ağzımdan alıyor soruyu.
“Abi” diyor. “Bu şehir aslında büyük bir orman. Her türlü suçun gizlendiği, orman kanunlarıyla ayakta duran, yağmacı kültürün egemen olduğu, her canlının hayat bulduğu, ve tıpkı ormanlar gibi, güçlünün güçsüzü ezdiği büyük bir orman İstanbul.”
Tüm ümitlerim tükeniyor. Arzu’ya dönüyorum.
Tüm ümitlerim tükeniyor. Arzu’ya dönüyorum.
“Seninle Ankara’ya mı gitsek?”
“Nereden çıktı bu şimdi?”
“Tahta masayı bulamıyorum da bu ormanşehirde...”
Hüseyin Kekiç - 14.12.2010
*AVM : Alışveriş Merkezi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder