Yapı marketleri dolaşıyorum bu günlerde. Müteahhidin yarım bıraktığı küçük dairemi tamamlayıp kiradan kurtulacağım yakında. Kozyatağı’nda bulunan büyük bir yapı market içinde elimde malzeme listesi ve ölçülerimle fayanslara, mutfak dolaplarına, kapılara ve boyalara bakıyorum.
Çelik kapıların bulunduğu reyonun solunda ahşap kesme ve marangoz atölyesi var. Elektrikli testere sesi, kesilen ahşap talaşlarının savrulması ve ferahlatan ahşap kokusu ile dikkatimi çekiyor bu bölüm.
Elinde çeşitli ölçülerle her tür ahşabı kestiriyor müşteriler. Hobisi olanlar sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Sarışın, yeşil gözlü, çok güzel bir hanım dolaşıyor müşteriler arasında. Reyon önündeki müşterileri dikkatle izliyor, yaklaşıp bir şeyler soruyor, ölçülerine bakıyor ve diğer kişilere yöneliyor.
Müşteri hizmetleri sorumlusu olduğunu düşündüğüm hanımla göz göze geliyoruz. Sıcak bir tebessümle bakıyor bana,
“Sizin de ölçüleriniz hazır mı?” diyor."
Hayır, ben çelik kapı bakıyordum.”
“Çelik kapılar arkanızdaki reyonda.” diyor ve yana dönüyor.
“Biliyorum, ahşap kokusu iyi geldi de, öyle bakıyordum.”
Tekrar dönüyor bana. Ve ilk bakışındaki sıcak tebessümüne biraz da şaşkınlık ifadesi ekleyerek,
“Yani” diyor, “Siz yalnızca ahşap kokusu için mi buradasınız?”
“Bir sakıncası mı var?”
“Hayır, hayır” deyip telaşla gülümsüyor ve devam ediyor,
“Ben de yalnızca ahşap kokusu için buradayım da...”
Bu kez de ben gülüyorum.
“Çok doğru yapıyorsunuz. Yani işinizi hobiniz haline getirmek güzel düşünce.”
“İşiniz derken?”
“Müşteri hizmetlerinde bu kadar sıcak bir sorumlunun olması çok güzel.”
“Siz beni burada görevli sandınız.”
“İşinizi çok iyi yaptığınıza severek şahitlik yaparım."
“Ama benim işim burada değil ki.”
“Tek tek tüm müşterilerle ilgilendiniz. Ölçülerine baktınız!”
“Ölçüleri var mı? diye baktım.”
“Evet, ben de onu diyorum ya.”
“Ölçüsü olmayanı arıyordum.”
“Benim ölçüm yok.”
“Benim de!..”
Bakıyorum şaşkınlıkla. Öyle içten ve sıcak bakıyor ki,
“Ben” diyorum, “Biraz da boyalara bakacağım.”
“Tadilat mı yapıyorsunuz?”
“Hayır, boya kokusunu çok severim de...”
Hınzırca gülerek,
“Boyaları birlikte koklayalım mı?”
Kıyafetleri, temizliği, ses tonu, bakışı, gülüşü o kadar güzel ki üzülüyorum onun için. Acıyorum da galiba. Uzaklaşmak düşüncesiyle,
“Boya koklamaktan vazgeçtim ben, çivilere bakacağım.”
“Bayılırım çivilere, boy boy olurlar.”
“Afedersiniz ama, şaka mı bu?”
“Ben çok ciddiyim, severim çivileri, çakılırlar.”
“Kamera nerede? Gülümseyip el sallayalım birlikte.”
Gülmeye başlıyor yine. Önüme geçiyor ve ben yürüdükçe o da geri geri yürüyerek sevimli bakışlarıyla konuşuyor.
“Siz şaka yaptığımı düşündünüz, ama ben gerçekten ciddiyim.”
"Benim gitmem gerekiyor ama."
“Hangi reyona gidiyorsunuz?”
“Duvar kağıdı için tutkal bakacağım.”
“Çok iyi duvar kağıdı döşerim ben.”
“Ben bir ustayla anlaşmıştım ama.”
“O ustanın benim kadar güzel olacağını sanmıyorum.”
“Evet, haklısınız. Hiç bir usta sizin kadar güzel olamaz.”
“Anlaştık o halde, ne zaman başlıyoruz?”
“Bakın, kusura bakmayın ama...”
“Deli değilim ben.”
“Delisiniz demedim ki.”
“Deliymişim gibi acıyarak bakıyorsunuz bana.”
“Siz, iyi misiniz?”
“Tutkaldan önce bir fincan kahve kokusuna ne dersiniz?”
Kahve içme fikri iyi geliyor bana da. Ama bu kadınla değil. Birazdan sevgilim gelecek. Birlikte boya, avize ve halı seçeceğiz. Şimdi bu kadından yakamı kurtarıp sevgilimi bulmalıyım.
Geri geri giderken omzu bir rafa çarpıyor ve bir anda sendeliyor önümde konuşan kadın. Hemen çelik yangın dolaplarının arkasından başka bir reyona atıyorum kendimi. Ve hızla çıkıyorum dışarı. Girişte, bahçe içindeki kafenin arkasında boş bir masaya oturuyorum.
Sevdiğim kadınla kahvelerimizi içerken, az önce içerİden topladığım ürün kataloglarına bakıyoruz birlikte.
Boya reyonundayız işte. Sevgilime dönerek,
“Salonun duvarlarında farklı ve koyu renkler olsun istiyorum, ne dersin?” diyorum.
"Ciddi olamazsın, koyu renkler karanlık olur.”
“Duvarlara aplik koydurdum. Koltukların arasına da lambader alırız.”
“Koyu renk içimizi kapatır, açık bej veya şampanya rengi iyi olur.”
“Ama bu dediğin renkler çok kullanılıyor. Bizim evimiz farklı ve bize özel olmalı.”
“Buz mavisi olsun o zaman, veya çağla yeşili.”
Reyon sorumlusundan bir renk kartelası alsam ve koyu renklerle boyanmış örnekleri göstersem iyi olacak derken,
“Size nasıl yardımcı olabilirim?” diyor az önceki kadın gülümseyerek.
“Biz boyalar için renk kartelasına bakmak istiyoruz” diyor sevgilim, kadını reyon sorumlusu sanarak.
“Buyurun bakın, üç değişik renk kartelası var. Koyu pastel renkler çok tercih ediliyor.”
“Biz şampanya, bej veya buz mavisi düşünüyoruz.”
Kadınla göz göze geliyoruz. Şaşkın ve kızgın bakıyor bana.
“Şampanya ve bej için kartelaya bakmanıza gerek yok. Akrabalarınızın, komşularınızın evlerine bakın, yeter.”
“Ben iki duvarda koyu renk, diğer iki duvarda da kontrast oluşturacak açık renkler düşünüyorum.” diyorum.
Bir örnek fotoğraf gösteriyor hemen.
“Osmanlı Kırmızısı ile Barok bejini düşünebilirsiniz.”
“Tam istediğim gibi bir örnek.”
Sevgilim giriyor söze,
“Kesinlikle olmaz. Bu renkler, çok komik.”
Kadın gülerek bakıyor bize ve alaysı bir ses tonu ile dudak altından söyleniyor,
“Haklısınız. Çok komiksiniz.”
Boya rengine karar veremeden avize reyonuna geçiyoruz. Ben sade ama özel tasarımlara bakıyorum. Karmaşık ve gösterişli modellerde ısrar ediyor sevgilim.
Halı reyonunda da karar veremiyoruz ne istediğimize. Her baktığımızda ayrı tercihler yapıyoruz.
“Biraz daha düşünelim, daha sonra tekrar bakarız istersen.” diyorum.
“Tamam, düşün biraz daha. Tekrar baktığımızda bana hak vereceksin.”
Anlıyorum ki, ne kadar düşünsek de ayrı tercihler yapmaya devam edeceğiz. Farklı renkleri seviyoruz. Kullanmak istediğimiz eşyalar farklı. İki ayrı evi hayal ediyoruz. Hayal ettiğimiz ayrı evlerde ayrı hayatlar yaşayacağımız o kadar açık ki. Sonradan pişman olmak yerine şimdi tam sırası diye düşünüyorum.
“Bak” diyorum, “Ben düşündüm de biraz. Galiba biz ayrı evlerde yaşamaya devam etmeliyiz.”
"Ne demek oluyor bu?” diyor şimşek gibi bakarak.
“Yani demem o ki, Osmanlı Kırmızısı ile Barok Beji çok yakışır birbirine.”
“Saçmaladığını biliyorsun değil mi?”
“Evet, biliyorum.”
“Sen sıradan bir tezgahtarın tercihini benden daha çok önemsiyorsun.”
“Kim sıradan bunu bilmiyorum.”
“Bu saçmalıklarını daha fazla dinlemeye niyetim yok.”
“Haklısın, benim de saçmalamaya...”
“Sakın peşimden gelme...”
“Gidiyor musun yoksa?”
“Çok pişman olacaksın, ama bir daha beni asla göremeyeceksin.”
“Peki, dikkatli git. Bana kızabilirsin, ama üzülme sakın.”
“Senin için mi üzüleceğim? Sen koş o kadına, koyu renklerle boyarsınız evinizi” diyor ve gidiyor hızlı adımlarla.
Bir süre oturuyorum bahçede kaldırım kenarına. Sonra kalkıp yerimden içeri giriyorum yine. Hızlı adımlarla boya reyonuna yürüyorum. Orada olsun diye de dua ediyorum içimden.
Boya ve avize reyonlarında yok. Buralarda bir yerlerde olmalı diyorum. Halı, çivi ve tutkal reyonlarında da yok. Ahşap kokusuna götürüyor ayaklarım beni. Elinde ölçüleriyle bekleyen müşteriler var yine. Aralarında dolaşan yeşil gözlü, güzel kadın yok şimdi.
Elektrikli testere sesi, kesilen ahşap talaşlarının savrulması ve ferahlatan ahşap kokusu var yalnızca.
Çelik kapıların bulunduğu reyonun solunda ahşap kesme ve marangoz atölyesi var. Elektrikli testere sesi, kesilen ahşap talaşlarının savrulması ve ferahlatan ahşap kokusu ile dikkatimi çekiyor bu bölüm.
Elinde çeşitli ölçülerle her tür ahşabı kestiriyor müşteriler. Hobisi olanlar sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Sarışın, yeşil gözlü, çok güzel bir hanım dolaşıyor müşteriler arasında. Reyon önündeki müşterileri dikkatle izliyor, yaklaşıp bir şeyler soruyor, ölçülerine bakıyor ve diğer kişilere yöneliyor.
Müşteri hizmetleri sorumlusu olduğunu düşündüğüm hanımla göz göze geliyoruz. Sıcak bir tebessümle bakıyor bana,
“Sizin de ölçüleriniz hazır mı?” diyor."
Hayır, ben çelik kapı bakıyordum.”
“Çelik kapılar arkanızdaki reyonda.” diyor ve yana dönüyor.
“Biliyorum, ahşap kokusu iyi geldi de, öyle bakıyordum.”
Tekrar dönüyor bana. Ve ilk bakışındaki sıcak tebessümüne biraz da şaşkınlık ifadesi ekleyerek,
“Yani” diyor, “Siz yalnızca ahşap kokusu için mi buradasınız?”
“Bir sakıncası mı var?”
“Hayır, hayır” deyip telaşla gülümsüyor ve devam ediyor,
“Ben de yalnızca ahşap kokusu için buradayım da...”
Bu kez de ben gülüyorum.
“Çok doğru yapıyorsunuz. Yani işinizi hobiniz haline getirmek güzel düşünce.”
“İşiniz derken?”
“Müşteri hizmetlerinde bu kadar sıcak bir sorumlunun olması çok güzel.”
“Siz beni burada görevli sandınız.”
“İşinizi çok iyi yaptığınıza severek şahitlik yaparım."
“Ama benim işim burada değil ki.”
“Tek tek tüm müşterilerle ilgilendiniz. Ölçülerine baktınız!”
“Ölçüleri var mı? diye baktım.”
“Evet, ben de onu diyorum ya.”
“Ölçüsü olmayanı arıyordum.”
“Benim ölçüm yok.”
“Benim de!..”
Bakıyorum şaşkınlıkla. Öyle içten ve sıcak bakıyor ki,
“Ben” diyorum, “Biraz da boyalara bakacağım.”
“Tadilat mı yapıyorsunuz?”
“Hayır, boya kokusunu çok severim de...”
Hınzırca gülerek,
“Boyaları birlikte koklayalım mı?”
Kıyafetleri, temizliği, ses tonu, bakışı, gülüşü o kadar güzel ki üzülüyorum onun için. Acıyorum da galiba. Uzaklaşmak düşüncesiyle,
“Boya koklamaktan vazgeçtim ben, çivilere bakacağım.”
“Bayılırım çivilere, boy boy olurlar.”
“Afedersiniz ama, şaka mı bu?”
“Ben çok ciddiyim, severim çivileri, çakılırlar.”
“Kamera nerede? Gülümseyip el sallayalım birlikte.”
Gülmeye başlıyor yine. Önüme geçiyor ve ben yürüdükçe o da geri geri yürüyerek sevimli bakışlarıyla konuşuyor.
“Siz şaka yaptığımı düşündünüz, ama ben gerçekten ciddiyim.”
"Benim gitmem gerekiyor ama."
“Hangi reyona gidiyorsunuz?”
“Duvar kağıdı için tutkal bakacağım.”
“Çok iyi duvar kağıdı döşerim ben.”
“Ben bir ustayla anlaşmıştım ama.”
“O ustanın benim kadar güzel olacağını sanmıyorum.”
“Evet, haklısınız. Hiç bir usta sizin kadar güzel olamaz.”
“Anlaştık o halde, ne zaman başlıyoruz?”
“Bakın, kusura bakmayın ama...”
“Deli değilim ben.”
“Delisiniz demedim ki.”
“Deliymişim gibi acıyarak bakıyorsunuz bana.”
“Siz, iyi misiniz?”
“Tutkaldan önce bir fincan kahve kokusuna ne dersiniz?”
Kahve içme fikri iyi geliyor bana da. Ama bu kadınla değil. Birazdan sevgilim gelecek. Birlikte boya, avize ve halı seçeceğiz. Şimdi bu kadından yakamı kurtarıp sevgilimi bulmalıyım.
Geri geri giderken omzu bir rafa çarpıyor ve bir anda sendeliyor önümde konuşan kadın. Hemen çelik yangın dolaplarının arkasından başka bir reyona atıyorum kendimi. Ve hızla çıkıyorum dışarı. Girişte, bahçe içindeki kafenin arkasında boş bir masaya oturuyorum.
Sevdiğim kadınla kahvelerimizi içerken, az önce içerİden topladığım ürün kataloglarına bakıyoruz birlikte.
Boya reyonundayız işte. Sevgilime dönerek,
“Salonun duvarlarında farklı ve koyu renkler olsun istiyorum, ne dersin?” diyorum.
"Ciddi olamazsın, koyu renkler karanlık olur.”
“Duvarlara aplik koydurdum. Koltukların arasına da lambader alırız.”
“Koyu renk içimizi kapatır, açık bej veya şampanya rengi iyi olur.”
“Ama bu dediğin renkler çok kullanılıyor. Bizim evimiz farklı ve bize özel olmalı.”
“Buz mavisi olsun o zaman, veya çağla yeşili.”
Reyon sorumlusundan bir renk kartelası alsam ve koyu renklerle boyanmış örnekleri göstersem iyi olacak derken,
“Size nasıl yardımcı olabilirim?” diyor az önceki kadın gülümseyerek.
“Biz boyalar için renk kartelasına bakmak istiyoruz” diyor sevgilim, kadını reyon sorumlusu sanarak.
“Buyurun bakın, üç değişik renk kartelası var. Koyu pastel renkler çok tercih ediliyor.”
“Biz şampanya, bej veya buz mavisi düşünüyoruz.”
Kadınla göz göze geliyoruz. Şaşkın ve kızgın bakıyor bana.
“Şampanya ve bej için kartelaya bakmanıza gerek yok. Akrabalarınızın, komşularınızın evlerine bakın, yeter.”
“Ben iki duvarda koyu renk, diğer iki duvarda da kontrast oluşturacak açık renkler düşünüyorum.” diyorum.
Bir örnek fotoğraf gösteriyor hemen.
“Osmanlı Kırmızısı ile Barok bejini düşünebilirsiniz.”
“Tam istediğim gibi bir örnek.”
Sevgilim giriyor söze,
“Kesinlikle olmaz. Bu renkler, çok komik.”
Kadın gülerek bakıyor bize ve alaysı bir ses tonu ile dudak altından söyleniyor,
“Haklısınız. Çok komiksiniz.”
Boya rengine karar veremeden avize reyonuna geçiyoruz. Ben sade ama özel tasarımlara bakıyorum. Karmaşık ve gösterişli modellerde ısrar ediyor sevgilim.
Halı reyonunda da karar veremiyoruz ne istediğimize. Her baktığımızda ayrı tercihler yapıyoruz.
“Biraz daha düşünelim, daha sonra tekrar bakarız istersen.” diyorum.
“Tamam, düşün biraz daha. Tekrar baktığımızda bana hak vereceksin.”
Anlıyorum ki, ne kadar düşünsek de ayrı tercihler yapmaya devam edeceğiz. Farklı renkleri seviyoruz. Kullanmak istediğimiz eşyalar farklı. İki ayrı evi hayal ediyoruz. Hayal ettiğimiz ayrı evlerde ayrı hayatlar yaşayacağımız o kadar açık ki. Sonradan pişman olmak yerine şimdi tam sırası diye düşünüyorum.
“Bak” diyorum, “Ben düşündüm de biraz. Galiba biz ayrı evlerde yaşamaya devam etmeliyiz.”
"Ne demek oluyor bu?” diyor şimşek gibi bakarak.
“Yani demem o ki, Osmanlı Kırmızısı ile Barok Beji çok yakışır birbirine.”
“Saçmaladığını biliyorsun değil mi?”
“Evet, biliyorum.”
“Sen sıradan bir tezgahtarın tercihini benden daha çok önemsiyorsun.”
“Kim sıradan bunu bilmiyorum.”
“Bu saçmalıklarını daha fazla dinlemeye niyetim yok.”
“Haklısın, benim de saçmalamaya...”
“Sakın peşimden gelme...”
“Gidiyor musun yoksa?”
“Çok pişman olacaksın, ama bir daha beni asla göremeyeceksin.”
“Peki, dikkatli git. Bana kızabilirsin, ama üzülme sakın.”
“Senin için mi üzüleceğim? Sen koş o kadına, koyu renklerle boyarsınız evinizi” diyor ve gidiyor hızlı adımlarla.
Bir süre oturuyorum bahçede kaldırım kenarına. Sonra kalkıp yerimden içeri giriyorum yine. Hızlı adımlarla boya reyonuna yürüyorum. Orada olsun diye de dua ediyorum içimden.
Boya ve avize reyonlarında yok. Buralarda bir yerlerde olmalı diyorum. Halı, çivi ve tutkal reyonlarında da yok. Ahşap kokusuna götürüyor ayaklarım beni. Elinde ölçüleriyle bekleyen müşteriler var yine. Aralarında dolaşan yeşil gözlü, güzel kadın yok şimdi.
Elektrikli testere sesi, kesilen ahşap talaşlarının savrulması ve ferahlatan ahşap kokusu var yalnızca.
Hüseyin Kekiç – 18.02.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder