Bu
gece, (22.05.2015) saat 23:10, eve gelmişim.
Normal
şartlarda, bu saatlerde alkollü olarak eve geldiysem, bir duş alıp
sessizce yatmayı tercih ederim…
Ama
hayır!..Bu gece yatmayacağım.
Zira,
size anlatmak istediğim şeyler var, akşamdan kalan.
"Umutları
Ertelenen Çocuklar"
(Füsun
Tırman - Harika Kora - Serap Borucu)
...
"Bana
bir varmış de
Bir
varmış bir yokmuş deme.
İçime
dokunuyor."
(Can
Yücel)
Sanırım
anlatacaklarımın zorluğunu anladınız!!!
Peki
ya, şuna ne dersiniz?
"Sana
yazdığım şiirlerden su içerdi serçeler." (Başak Derin)
paylaşımından.
...
Bugün
saat 15:47
Telefonumun
ekranında şair dostum Murat Yanç'ın adı yazıyor.
"Abi"
diyor Murat, her zamanki sakin sesiyle. "Sana bahsettiğim
fotoğraf sergisine müsaitsen bugün gidebilir miyiz?"
"Ben
müsaitim Murat" diyorum ve saat 16:30 da Kadıköy'de buluşmaya
sözleşiyoruz.
Sonrasını
bilirsiniz. Toparlanıp evden çıkmaca, arabaya uygun bir park yeri
bulmaca ve Metro ve Kadıköy ve sevgili Murat :)))
"Özlemişiz"
sözleri ile Moda'ya yürümece.
İstanbul
Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi'nde üç kadın fotoğraf
sanatçısının "Umutları Ertelenen Çocuklar" isimli
Belgesel Fotoğraf Sergisi’ndeyiz şimdi.
Genellikle
gezdiğim fotoğraf sergilerinde, ışık, kadraj, net alan
derinliği, kompozisyon gibi fotoğrafa dair teknik kurallara dikkat
ederim. İlk defa, bir serginin tanıtım yazısını okuduğumda;
tüm teknik kuralları unutuyorum.
“Umutları
Ertelenen Çocuklar” isimli sergi ve albüm fotoğrafları, Mart
2011 – Mart 2012 arasında Türkiye’deki beş kadın cezaevinde (
İstanbul Bakırköy, Ankara Sincan, Adana Karataş, Eskişehir
Çifteler ve Denizli Bozkurt ) anneleri ile birlikte hapsolan 0-6 yaş
çocuklar ve onların hükümlü anneleri ile yapılan fotoröportaj
çalışmasında çekilen fotoğraflardan oluşuyor.
Adalet
Bakanlığı’nın 2012 verilerine göre, 479 çocuk hapishanelerde
yaşamlarını sürdürüyor. 3-6 yaş arasındaki çocuklar, kreşe
gidebiliyor. 0-3 yaş arasındaki çocuklar, oyuncaksız ve
arkadaşsız kadın mahpuslar arasında hayatını geçiriyor.
Çocuklar
yaşamın renklerinden uzak kaldıkları için, bazı hapishanelerde
duvarlar ve demir parmaklıklar çok renkli.
Fotoğrafçılar,
hapishanedeki anne-çocuk olgusunu, siyah-beyaz fotoğrafın
dramatik, etkileyici yönünü göz ardı ederek, tamamen gerçek
renkleriyle yansıtmayı tercih etmişler. Sistem tarafından
görülmeyen / gösterilmeyen “masum mahkümların” yaşamlarına
dokunmayı hedeflemişler.
Bu
serginin amacı, kamuoyunda farkındalık yaratıp, mahpus çocukların
daha iyi koşullarda büyüme ve gelişmelerini sağlayacak çözüm
yollarını tartışmaya açmak.”
…
Her
fotoğraf karesi önünde durup, dikkatle izlerken; “iyi ki bulaştı
bana bu fotoğraf tutkusu” diye iç geçiriyorum.
Sergide
fotoğrafı olan sanatçılarla görüşememenin hüznü ve sergi
defterine duygularımı yazarken hissettiğim heyecanla çıkıyoruz
sergiden.
…
Kadıköy
Çarşı içinde, ilk buzlu rakı kadehlerimizi kaldırdığımızda;
Edebiyat dünyasındaki şair, yazar dostlarımla sohbeti çok
özlediğimi anlıyorum.
Şiir
ve öyküler üzerine uzunca sohbetler edip, ortak dostlarımızın
kulaklarını çınlatıyor ve daha sık, görüşme ve sohbet etme
dileklerimizle ayrılıyoruz sevgili dostum Murat ile Kadıköy’de.
Sonrası,
bildiğiniz gibi.
Yürüyen
merdivenler, turnikeler ve metro.
Metro
içi tren bekleme koridoru gecenin bu saatinde çok kalabalık.
Elimde,
sergiden aldığım fotoğraf albümleriyle, genç birinin arkasında
ve ilk sıralarda beklemedeyim.
Tren
geliyor, herkes binmeye başlıyor. Önümdeki genç adam çok yavaş.
Bir hamle yapıp önüne geçsem oturabilirim belki.
Hayır,
geçmiyorum. Genç adam nazlanarak biniyor trene. Ben de sabırla
peşinden geçiyorum. Kapı girişindeki üç tutacaklı profillerde,
birlikte ayaktayız şimdi.
Bir
sonraki durağın adını anons ediyor pilot kadın sesi “Ayrılık
Çeşmesi”
Ayrılıyoruz
beni ayakta bırakan genç adamla bu durakta. Onunla çok kişi
iniyor bu durakta.
“Bir
durak için mi bindi bu insanlar trene? Ben olsam bir durağı
yürürdüm” diye düşünürken anlıyorum ki; Kartal’dan gelen
trene binip Kadıköy’de oturarak gitmeyi planlıyor bu insanlar.
Üç
tutacaklı profile genç bir çift geliyor şimdi. Parlak, beyaz ve
dolgun yüzlü genç kadının saçlarından bir kaç tel dağılmış
ve yanaklarına yapışmış. Eşi, ya da sevgilisi, parmak uçlarıyla
tutup, o saç tellerini tek tek ayırıyor kadının yanaklarından.
Yalnızca bir saç teli, bana yakın kaşı ve kirpiği üzerinden
yanağında kalıyor kadının. Dudağımda hınzır bir tebessüm
ile genç adamın bu saç telini de fark etmesini bekliyorum.
Adam
sohbet ediyor kadınla ama yanağında kalan son saç telini fark
edemiyor. Bir ara göz göze geliyoruz adamla. Adam hızla dönüp
kadının yanağına bakıyor ve son saç telini de yanağından
alıyor.
Ben
artık boşalan bir yere oturabilirim.
Önce
elimde tuttuğum sergi fotoğraf albümünü açıyorum büyük bir
hevesle,
“Bana
bir varmış de
Bir
varmış bir yokmuş deme
İçime
dokunuyor”
(Can Yücel)
(Can Yücel)
…
Şiir
ve rakı sohbetimizin üzerine bu dizelerle kapıyorum gözlerimi.
Bir
iki durak sonra, telefonumu alıyorum elime.
Kim
neler paylaşmış diye bakıyorum öylesine.
"Sana
yazdığım şiirlerden su içerdi serçeler." (Başak Derin)
paylaşımından...
Kapatıyorum
telefonu da.
Derin
bir iç çekip şükrediyorum.
Edebiyat
ve Fotoğraf tutkuma.
Ve
dostlarıma, ve rakıya :)))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder