Çırak Aranıyor

Henüz onbir yaşında, ilkokul dördüncü sınıf öğrencisiydi. Evine yarım saatlik mesafedeki bakkala alışverişe göndermişti annesi. Bakkalın bitişiğindeki terzi dükkânına girdi birden. Tezgâhın arkasında boynunda bir mezura asılı olan, orta boylu, göbekli, gözlüklü bir adam, elindeki yassı tebeşirle tezgâhtaki kumaş üzerine çizgiler çizip, rakamlar yazıyordu. Tezgâhın karşısında, aşağıdaki yolu boydan boya gören, büyük camın önündeki koltukta ise, esmer, posbıyıklı, sert bakışlı diğer adam kucağındaki kumaşı dikiyordu.

Çocuk şaşkınlıkla dükkânı izliyordu. Tezgâhın arkasındaki göbekli adam,

“Buyur canım bir şey mi vardı?” dedi.
“Ben, size çırak olmak istiyorum” dedi çocuk çekinerek.
“Sen nerede oturuyorsun?”
“Yukarıda tepede oturuyorum”
“Peki, o zaman yarın sabah babanla birlikte gel, tanışalım konuşalım başlarsın” dedi adam.

Çocuk başını önüne eğdi, döndü, kapıya yöneldi. Adam seslendi arkasından çocuğa.

“Ne oldu, zor mu geldi çalışmak. Hemen vazgeçtin galiba?” dedi alaysı bir tebessümle.
“Yok, zorluğundan değil de, yarın gelemem ben” dedi çocuk.
“Niye gelemiyorsun bakayım?”
“Çünkü iki hafta daha okula gitmek zorundayım. Okullar tatil olunca gelebilirim ancak”
"Peki, madem gelemiyorsun neden çırak olmak istiyorum diye geldin yavrum?”

Çocuk parmağıyla kapı camına asılmış olan kâğıdı göstererek,

“Yazıyı görünce geldim. Okullar kapanınca çıraklık yapmak için gelen çok olur. Ben önceden gelip yerimi garantiye almak istedim” dedi.

Kucağındaki kumaşı dikmekle meşgul olan, cam kenarındaki esmer adam kalktı yerinden. Kumaşı özenle koydu sandalyesinin üzerine. Tezgâhın arkasındaki adama baktı önce. Sonra kapıya yöneldi. Kapı camında asılı duran “Çırak Aranıyor” yazan kâğıdı söktü camdan. Buruşturdu avuçlarının içinde kâğıdı ve çocuğun başını okşayarak,

“Tamam delikanlı, sen bizim yeni çırağımızsın. İki hafta sonra, okullar tatil olunca gelirsin babanla birlikte, başlarsın” dedi.

Avucunda buruşturduğu kâğıdı da çocuğa uzattı. Çocuk çok sevindi buna, ama mahzun bir ifadeyle,

“Annemle gelsem olmaz mı?”
“Babanla gel aslanım”
“Babam yok da, benim…”

Adamlar birbirine baktılar. Kısa bir süre sessizlik oldu. Tezgâhın arkasındaki göbekli, gözlüklü adam elindeki tebeşiri bıraktı. Gömlek cebinden sigara paketini çıkardı. Bir sigara kendi dudaklarına koydu. Bir sigara da ayakta duran diğer adama uzattı. İkisi birden ceplerinde çakmak veya kibrit aramaya başladılar. Bulamadıkça da telaşlandılar.

“Ulan ne biçim kalfasın? Bir ateşin bile yok” diye çıkıştı göbekli, gözlüklü olan diğerine.
“Asıl sana sormalı. Usta da, patron da sensin burada” dedi esmer, posbıyıklı adam.

Kalfa cebinden para çıkarıp onları izleyen çocuğa uzattı.

“Hadi aslanım, şu bakkaldan bir kibrit kap da gel bakayım”
“Çocuğu rahat bırak ulan, git kibritini kendin al” dedi usta.

Kalfa kapıdan çıkarken, çocuk avucundaki parayı ona uzattı. Kalfa çocuğun başını okşayarak,

“Koy onu cebine, ilk avansın olsun” dedi.

Çocuk ustaya döndü şaşkınlıkla. Usta da gülen yüzüyle onayladı kalfayı.…

***

“Bütün yazdıklarımı almamışsın bakkaldan” diye çıkıştı annesi çocuğa.
“Anne ben bakkalın yanındaki terzi dükkânında işe başlayacağım” dedi çocuk heyecanla.
“Oğlum senin okulun var. Ne terzi dükkânı, ne işi?” dedi annesi şaşkınlıkla.
“Terzinin camında çırak aranıyor yazıyordu. Girdim içeri, konuştum. Okullar tatil olunca başlayacağım”
“Oğlum zor olur, nasıl gidip geleceksin her gün? Boş ver, sen derslerine çalış yeter.”
“Olmaz anne, gitmem lazım. Baksana bana kalfa avans bile verdi.” dedi avucundaki parayı göstererek.

Annesi sarıldı çocuğa, öptü, kokladı uzun süre……

***

“Yarın sabah karneni getir de bir bakalım” dedi kalfa.
“Aslında, ben Cuma günü karnemle birlikte geldim buraya”
“Cuma günü geldin mi?”
“Evet, Cuma günü okul çıkışında işe başlamak için geldim. Usta kızdı bana. Git şimdi, hafta sonu dinlen. Pazartesi sabah saat sekizde gel” dedi.

Kalfa başını sallayarak posbıyıklarının altından gülümsedi.
“Pazartesi sabahı geldin ama, çay söylemekten, dükkânı süpürmekten başka bir iş yapmadın üç gündür.”
“İş verirseniz yaparım usta.”
“Şu ustanın tezgâhından dökülen kumaş parçalarını topla önce. Makinenin yanındaki iplikleri de yerine koy. Sonra kumaş parçalarından büyük olanını al yanıma gel” dedi kalfa.

Çocuk çabucak yaptı söylenenleri. Yere düşen kumaş parçalarından birini de alıp dikildi kalfanın başına. Kalfa biraz önce dikip bitirdiği pantolonun ütüsünü yapıyordu. İşe öyle dalmıştı ki çocuğun yanına geldiğini fark etmedi bir süre. Çocuk elindeki kumaş parçasını arada bir uzatıp, kalfaya kendini göstermeye çalıştı. Kalfa hem ıslık çalıp hem de ütü yapıyordu. Kapı açıldı ve usta girdi içeri. Çocuk kapıya döndü ve elindeki kumaş parçasını ustaya uzattı heyecanla.

“Ne o kumaş parçası, hayrola?” dedi usta.
“Kalfa istedi, ben de getirdim.”
“Kalfası, bak çırağın istediğin kumaşı getirmiş”

Kalfa döndü çocuğa.

“Git şu sokağın başındaki manifaturacıya. Beni kalfam gönderdi, parmağıma uygun yüksük istiyorum de. Hadi koş bakalım.” dedi.

Çocuk koştu hemen. Birkaç dakika içinde yüzünde hoş bir gülümseme, parmağında yüksükle geldi. Parmağını uzatıp kalfaya, gösterdi yüksüğü. Usta ve kalfa bakışıp gülüştüler hep birlikte.

“Şimdi şu tezgâhın ortasındaki ikinci çekmeceden bir iğne al. İğneye ip tak ve yanıma gel” dedi kalfa.

Ütüyü fişten çekti. Pantolonu özenle askısına astı. Cebinden sigarasını çıkardı. Büyük camın yanındaki koltukta oturan ustanın yanına gitti. Bir süre ayakta durdu. Kollarını salladı, gerindi. Camın kenarında duran tabureyi çekti ve oturdu ustanın yanına. Usta elindeki gazetenin spor sayfasını okuyordu. Kalfa döndü ve çocuğu izlemeye başladı. Çekmeceden aldığı küçük iğnenin deliğine ipi takamayınca, bir boy büyük iğneyi aldı çocuk. Öyle kaptırmıştı ki kendini. Bir iğnenin deliğine bakıyordu, bir de elindeki ipin ucuna. Ama takamıyordu bir türlü ipi. Kalfa dizine dürtüp işaret etti ustaya. Usta elindeki gazeteyi kenara bıraktı. O da bir sigara yaktı. Birlikte izlemeye başladılar çocuğu. Çocuk bir boy daha büyük iğne aldı eline. İpin ucunu küçük parmakları arasında bükerek inceltti. Tek gözünü kapatıp iğnenin deliğini ışığa doğru tuttu. Sağ elindeki ipliğin ucunu iğnenin deliğinden geçirdi. İpin ucunun delikten geçtiğini görünce çok sevindi çocuk. İzlendiğinden habersiz kalfasına döndü sevinçle. Usta ile kalfa sohbete dalmış gibi davrandılar. Çocuğa bakmadan konuşuyorlardı ama ikisi de gülüyordu içinden.

“İpi taktım usta” dedi çocuk yüksek sesle. Büyük bir zafer kazanmış gibiydi.
“Taktın mı ulan, aferin sana. Kumaşını da al gel bakayım”

Bir elinde kumaş parçası, diğerinde iğne ile yaklaştı kalfaya çocuk. İğneye taktığı ipin ucunu koparmadığı için uzayan ip arkasından geliyordu çocuğun. Kalfa iğneyi aldı çocuğun elinden. Gözüyle ölçüp, ipi kopardı. Arkasına bir düğüm atıp, iğneyi çocuğa uzattı.

“Şimdi kumaşı sol eline alacaksın. İğnenin ucunu kumaşın yarım santim kenarından, batırıp parmağındaki yüksükle arkasından iteceksin. Sonra ipi sonuna kadar çekip, bu kez yarım santim ilerden kumaşın üstünden aşağı doğru batıracaksın iğneyi. Yine yüksükle arkadan iteceksin. Kumaşın dört tarafını da anlattığım gibi bir aşağıdan bir yukarıdan batırarak dolaşacaksın iğneyle. İğnedeki ip bitince göster bana. Tamam, mı” diyerek anlattı kalfa ne yapacağını çocuğa. Birkaç kez de gösterdi nasıl yapacağını.

“Dikkat et ha, eline batırma sakın iğneyi” diye de uyardı.
“Eline iğne batmaz, avucuna ütü yapışmazsa terzi olamaz insan” dedi usta.

Çocuk sevinçle oturdu bir sandalyeye. Ayakları yere değmiyordu bile. Kalfanın gösterdiği gibi özenle işliyordu kumaşı. İp bitince kalfa da usta da çok beğendiler dikişini.

“Hadi bakalım, bugünlük bu kadar yeter. Git de bize çay söyle bakalım” ...

Her gün yeni şeyler öğreniyordu çocuk. Ustası ve kalfası ne derse yapıyor, onları dikkatle izliyor ve onlardan işin inceliklerini öğrenmeye çalışıyordu. Özellikle kalfası onu çok sevmişti. Yaptığı her işi ona anlatıyor ve öğretmeye çalışıyordu. O da kalfasının bir dediğini iki etmiyordu. Ustasını da kalfasını da çok sevmişti çocuk.

***
Manifaturacı dükkânından döndüğü bir gün, usta ile kalfanın yüksek sesle tartıştıklarını gördü. Çocuğu görünce tartışmayı kesmişlerdi usta ile kalfa. Derin bir sessizlik oldu bir süre. Sonra usta, elindeki işi bırakıp tezgâhın üzerine, sinirle çıktı dükkândan. Kalfa arkasından baktı ustanın başını sallayarak. Ortada bir tatsızlık olduğunu anlamıştı çocuk. Gitti kalfasına bir çay aldı geldi. Kalfa gülümseyerek aldı çay bardağını. Kalktı sandalyeden, cam kenarına yürüdü. Hem çayına attığı şekeri karıştırıyor, hem de yavaşça söyleniyordu kendi kendine.

Kapı açıldı ve içeri daha önce iki kez provaya gelen, kalfanın samimi arkadaşı girdi. Kalfa arkadaşını görünce sarılıp öpüştüler. Sonra onun için dikilen takım elbisenin ceketini prova etmeye başladılar. Kalfanın keyifsiz olduğunu fark eden arkadaşı,

“Hayrola, yüzünden düşen bin parça. Bir şey mi oldu?”
“Yok bir şey, bu benim sana yapacağım son prova olacak haberin olsun”
“Yani elbise bitiyor mu, ne zaman alırım?”
“Yok be oğlum, elbisenin daha işi çok. Ben ayrılacağım işten. Usta devam eder provalara”
 
Kalfa provadan sonra arkadaşına uzun uzun usta ile geçinemediklerini, bütün işleri kendisinin yaptığı halde, kıymetinin yeterince bilinmediğini anlattı. Arkadaşı da ona hak veriyor, onunla birlikte ustayı kötülüyordu. Kalfa anlattıkça sinirleniyor, usta için ağza alınmayacak küfürler ediyor ve onu en beklemediği anda yüzüstü bırakıp, işlerini zora sokacağını söylüyordu. Çocuk hayretle dinliyordu kalfasını. Hem ustası için konuşulanlardan, hem de çok sevdiği kalfasının işi bırakıp gideceğinden çok üzülmüştü. Epeyce söylenen kalfa ve arkadaşı birlikte çıktılar dükkândan. Çocuk sağda solda kalan ipleri, kumaş parçalarını toparlamaya başlamıştı. Kalfası giderse ne yapacağını düşündü bir süre. Ustası için de üzülüyordu. Kalfa giderse tek başına bu işleri yetiştirmesi imkânsızdı. Hem artık ona kimse bir şey öğretemezdi.

Usta girdi kapıdan. Kahveden geliyordu ve yüzü gülüyordu yine. Belli ki yan taraftaki berberi yenmişti tavlada. Arkasından gelen berberin yüzünden belliydi yenildiği. Tezgâhta bıraktığı işi aldı eline usta. Berberle şakalaştılar bir süre.

Gelir gelmez yarım bıraktığı işe dalmış ve kalfanın yokluğunu çok sonra fark etmişti usta.

“Kalfan nerede oğlum?”
“Şey usta, şu takım elbiseyi sipariş eden arkadaşı var ya kalfanın…”
“Eeee”
“İşte o adam geldi biraz önce. Kalfa onun ceketini prova etti.”
“Sonra da onunla gitti mi?”

Çocuk başını önüne eğdi. Ne söylemesi gerektiğini düşündü. Ustanın kendisi hakkında söylenenlerden haberi olsun ve zorda kalmasın istiyordu. Bir de kalfayı göndermesin onunla anlaşsınlar istiyordu.

“Usta, kalfanın o arkadaşı var ya…”
“Hiç sevmem onu, ortalığı karıştırmaya, dedikodu yapmaya bayılır”
“Kalfa ona işi bırakacağını söyledi”
“Yapma yaaa…”
“Senin için de çok kötü küfürler etti kalfa.”
“Nasıl yani”
“Yani küfürler etti işte. Bir de işlerin en yoğun anında işi bırakıp seni zora sokacakmış, seni mahvedecekmiş”
“Kalfa mı söyledi bunları?”
“Evet usta, çok şaşırdım ama arkadaşına bunları söyledi kalfa”
“Peki, sen niye söylüyorsun bunları bana?”
“Haberin olsun diye usta, bir de kalfa gitmesin diye.”
“Gitmez o, sen meraklanma. Yalnız bu yaptığın hiç doğru değil.”
“Hangisi usta?”
“Senin yanında bana küfür edecek kadar açık konuştuklarına göre sana güvenmişler be oğlum. Sana güvenenlerin sırlarını korumayı bilmelisin.”
“Ama usta, ben seni de kalfamı da sevdiğim için…”
“Tamam tamam, sıkma canını. Biz kalfayla konuşur hallederiz bunları.”

O gün akşama kadar gelmedi kalfa. Usta ile çırak dükkânı kapamaya hazırlanırken geç saatte girdi içeri. Alaysı bir gülümseme vardı yüzünde. Hiç konuşmadan geçti oturdu yerine. Çocuk ustasına baktı. Usta döndü çocuğa.

“Oğlum koş kalfana sade bir kahve, bana da demli bir çay söyle. Oradan da evine git. Yarın sabah erken gelip dükkânı temizlersin”

Çocuk hızla koştu. Alt kattaki kahveciye ustasının siparişlerini söyledi. Sonra dükkânın önündeki dik yokuştaki merdivenlerden evine doğru yürümeye başladı. Biraz sonra durup arkasına döndü. Usta ile kalfa vitrin ışığının aydınlığında el kol hareketleri ile tartışıyorlardı. Bir süre uzaktan izledi onları. Sevdiği iki insanın aralarının açılmasına, birbirlerini kırmalarına çok üzülmüştü çocuk. O gece geç saatlere kadar uyuyamadı. Usta ile kalfa barışsın ve işlerine devam etsinler diye dualar etti.

***
Erkenden açmıştı dükkânı ertesi gün. Küllüklerde bolca sigara izmariti, vitrinin arkasındaki poşette ise boş bira şişeleri vardı. Bütün camları ve kapıyı açık bırakıp ortalığı toparladı. Süpürdü, temizledi dükkânı. Bir süre sonra kalfa geldi. Çocuk kalfanın işe geldiğini görünce çok sevindi. Kalfanın yüzü asıktı.

“Çay söyleyim mi usta?”
“Bırak ulan çayı, gel buraya”
“Buyur usta”
“Neler yumurtladın ustana dün bakayım?”
“Şey usta,”
“Ne şeyi ulan. Ne geçti eline haa…” diye bağırdı kalfa.

Çocuk utanmıştı. Başını önüne eğdi. Tam bu sırada usta girdi içeri. Kalfa bağırmaya devam ediyordu.

“Ustana beni şikayet ettin de, sana madalya mı taktı ulan? Yani senin yanında söylediklerimi ustana söyleyemem mi zannettin?”
“…”
“Bak işte senin yanında da bağırıyorum ustana”

Usta girdi araya. Çocuğa döndü.

“Oğlum biz kavga da ederiz, şaka da yaparız, küfür de ederiz birbirimize, sen işine bak, karışma bir daha”

Çocuk çok utanmıştı yaptığına. Ustasının da kalfasının da yüzüne bakacak hali yoktu artık. Niyeti ustası ile kalfasının barışmasını sağlamaktı. Ama gördü ki yaptığı hiçbir işe yaramamış, yalnızca iki tarafı da üzmüştü.

“Özür dilerim sizden” diyebildi zorlukla ortaya doğru. Sonra kapıya döndü ve yürümeye başladı.

“Nereye gidiyorsun?” diye çıkıştı kalfa.
“Ben artık burada kalamam, gidiyorum”
“Ne gitmesi oğlum, saçmalama, geç işinin başına”
“İkinizin yüzüne de bakamam artık”
“Sana daha öğreteceğim çok iş var ama” dedi kalfa sevimli ve güleç yüzüyle. Çocuk döndü bir ustasına bir de kalfasına baktı.

“İkinizden de çok şey öğrendim. Ama bana verdiğiniz bu son dersi ömrümün sonuna kadar unutmayacağım. İkinizden de tekrar özür dilerim. Çocukluk ettim, kusura bakmayın.”…

Yokuş yoldaki merdivenleri küçük adımları ile çıkarken çocuk, usta ve kalfa arkasından baktılar…



Hüseyin Kekiç – 25.10.2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder