Sizlerin ilgisine güvenerek kendi adımı taşıyacak blog sayfamı hazırlamaya karar verdim. Cesaret verip beni şımarttığınız ve blogumu ziyaret ettiğiniz için hepinize çok teşekkür ederim.
Lütfen blogumda iz bırakınız!..
Evlenmeden önce mahallenin en güzel kızı olduğunu, herkesin ona hayranlıkla baktığını ve her şeyin on yıl önce doğum yaparken bir anda değiştiğini anlattı. Doğum yapmak için yattığı hastanede, yanlış vurulan bir iğne sebebiyle ayağının sakat kaldığını, bu yüzden büyük acılar çektiğini, büyük aşkla bağlı olduğu kocasının kısa süre sonra, önce onu aldattığını, daha sonra da çalışamıyor diye, kızıyla birlikte yüzüstü bırakarak, evi terk ettiğini anlatıyordu sıkılarak.
Ailesinin İzmir’de yaşadığını ve durumlarının çok iyi olduğunu, ancak, ilk günlerde evliliğine karşı çıktıklarını, daha sonra da kızını terk ederek onların yanına gitmesini istediklerini söyledi.
“Kızımı terk edeceğime ailemi terk ettim” dedi. Kocası ne aramış ne sormuş onu uzun zaman. Hatta boşanma davası açtığında zorlukla bulabilmişler kocasını. Mahkemede boşanma kararından sonra da kaybolmuş yine ortalıktan.
Duyduklarımdan çok etkilenmiştim. “Özür dilerim” dedim. “Seni üzmek istemezdim.” “Yok üzülmedim” dedi. “Alıştım artık, her şeye alıştım, önceleri çok zorlandım, çok ağladım, intiharı düşündüğüm bile oldu zaman zaman” dedi. “Kızım için direndim hayata” diye devam etti. Kendinden geçmiş, o acılı günlere geri dönmüş gibiydi anlatırken. Yana dönmüş, sessizce kalmıştı bir süre. Döndü, gözlerini silerek “sigaran var mı” dedi. Öyle suçlu hissettim ki kendimi, sigaram yok diye. “Boş ver, olmasa da olur, öylesine sordum" deyip sustu.
Bir tel sigaram olsaydı diye çok hayıflandım o an.
Fotoğraf : Serra Kemmer
Öykü : Hüseyin Kekiç / 29.05.2024
Prof. Mehmet Bayhan |
TEK BAŞINA
Hatırla lütfen, bir sabah, seni bu ağacın altında, bu bankta yalnız otururken bulmuş ve nerelerdesin canım, çok meraklandım, ne yapıyorsun burada yalnız başına diye sormuştum telaşla. Sen de her zamanki sakinliğinle, hayır canım, yalnız değilim, tek başımayım ve kendi kendime yetiyorum burada diyerek yanıtlamıştın beni.
Kısa bir süre sonra da sen artık yoktun. Biliyor musun, senden sonra çok yalnız kaldım ben. Sana olan özlemim, giderek acı veren duygusal bir boşluğa sürüklüyordu beni.
Bir akşamüstü, yine yalnız, bu bankta otururken, senin sözlerini ansıdım.
Ya istemediğim, seçmediğim bu yalnızlık duygusuyla, doyumsuz ve umutsuz bir hayat sürecektim. Ya da, gitmeden önce bana öğrettiğin gibi, tek başıma, ama üretken yaşamayı seçip, kendi kendime yetecektim.
Evet canım, başta zor oldu ama tıpkı senin gibi, bu ağacın altında tek başıma olmayı ve kendimi yalnızlıktan korumayı seçtim.
Şimdi bunları sana yazıyorum, çünkü bil ve rahat uyu istedim.
Fotoğraf : Prof. Mehmet Bayhan
Öykü : Hüseyin Kekiç / 07.08.2023
( Bu öykü, sevgili Mehmet Bayhan hocamın vefatından önce yazılmıştır. )
Fotoğraf : Serra Kemmer |
Bir ilkyaz başında, Pazar sabahı erkenden, akşamdan hazırladığımız piknik malzemelerimiz ve sevdiklerimizle yollardaydık işte. Uykumuz vardı hepimizin, ama uykumuz kadar neşemiz de, telaşımız da.
Uykumuz vardı, çünkü daha tam uyanamadan bir otobüs dolusu konu komşu düşmüştük yollara. Neşemiz vardı, çünkü uzun ve yorucu geçen kış aylarından çıkmış, ilkyaz güneşiyle ısınmaya başlamıştık. Telaşımız vardı, çünkü her zaman oturduğumuz göl kenarındaki iki büyük ağacın gölgesini, bizden önce başkaları kapmış olabilirdi.
Türkülerle uykumuzu açtık önce. Şakalarımız ve tatlı sohbetlerimizle neşemize neşe kattık yol boyunca. Göl kenarındaki ağaç gölgelerine serilip uzanınca, telaşımız da bitmişti artık.
Sabahın bu tatlı serinliğinde kadınlarımız, kızlarımız bir ağacın altını mutfak, diğerinin altını ise oturma odası olarak hazırlamışlardı bile. Biz erkekler de göl kenarında, birkaç adımlık kısa volta turları atıp, günün akışını planlıyorduk.
Çok uzun bir yer sofrasında kalabalık grubumuzla, keyifli ve bol çeşitli kahvaltımızdan sonra, neşeli sohbetlerimiz ve hep birlikte söylediğimiz türkülerle öğlen etmiştik. Artık sıra, mangalımızı yakmaya ve rakı şişelerinin içini boşaltmaya gelmişti. Mangalı tutuşturmak için çalı çırpı toplamaya dağıldık.
Biz büyükler, elimizde birkaç ağaç parçasıyla sohbete dalıp dolaşırken, gençlerimiz mangal üzerinde soslu kanatları ve etleri pişirmişlerdi bile. Yine büyük soframız kuruldu. Hep birlikte oturduk yemeğimizin başına. Bir taraftan rakı bardaklarımız da dolmuştu. Bira ya da ayran, kola içenlerimiz de vardı aramızda. Herkes canı neyi istiyorsa yiyor ya da içiyordu.
Hem yiyip içtik, hem de türkülerle ve neşeli sohbetlerle eğlendik akşama kadar.
Dönüş yolunda fren patlamasaydı...
Fotoğraf
: Serra Kemmer
Öykü : Hüseyin Kekiç / 02.12.2023
Demek
sonunda, bırakıp bizi gidiyorsunuz Bayhan Hocam. Son yıllarda her
aradığımda ve her sohbetimizin sonunda,
"Hocam,
var mı bir emriniz, isteğiniz?"
"Var, Hüseyin Dost"
derdiniz ve ben çok heyecanlanırdım.
"Buyurun hocam,
nedir isteğiniz"
"Mars'a tek yönlü gidiş
bileti"
Her seferinde eksik, beceriksiz ve çaresiz
kalırdım öyle karşınızda.
O çok istediğiniz tek yönlü
gidiş biletini buldunuz demek ki.
Ben sizi, öğretici
derin sohbetlerinizi ve her seferinde teşvik edici tavsiyelerinizi
çok özleyeceğim. Ama yine de bu tek yönlü yolculuğun, bu kirli,
çekilmez dünyadan çok daha huzurlu bir yolculuk olmasını
diliyorum sizin için.
Sizi bugün, bütün fotoğraf
dostlarımızla birlikte, eksik kalan bu dünyadan uğurlarken,
Mars'ta yeni bir fotoğraf projesinde buluşma dileğimle ve özlemle
selamlıyorum.
Yolunuz açık, ışığınız güzel olsun
değerli, Mehmet Hocam...
Hüseyin Kekiç / 31.10.2023
Haber
başlıklarını dinliyordu.
Ekonomik kriz büyüyor.
Kadına
şiddet, tecavüz, cinayet.
Terör, mafya, siyaset, ticaret
ilişkileri.
Depremler, sel baskınları, orman
yangınları.
Tarikat yurtlarında ölen çocuklar.
Okullarda
zehir tacirleri.
Ev sahibi, kiracı krizleri.
İşsizlik
krizi.
Muhalefette ittifak krizi.
Nasıl bitecek bu
krizler diye düşünürken, bir kriz daha geldi ve bütün
krizlerden sonsuza dek kurtardı onu.
Fotoğraf & Öykü : Hüseyin Kekiç / 06.10.2023
Perdesini
açtığı pencerenin camında, dışarıda
yağan yağmur damlaları vardı.
Hafif uykulu gözleriyle, buğulu
camın arkasından İstanbul'a bakındı. Şu yüzünü seçemediği
adamın üzerindeki kırmızı renkli kabanı hatırlar gibi oldu.
Camdaki buğuyu silmek için parmaklarını uzattı. Hiçbir anlam
veremedi, parmaklarının titremesine.
Öylece kaldı camın arkasında.
Fotoğraf
: Emine Başa
Öykü : Hüseyin Kekiç / 01.10.2023
Dört
kafadar bir arabada Kars'a gidiyoruz. Akşam İstanbul'dan yola
çıkıp, sık sık sürücü değiştirerek, sabah saatlerinde
Erzincan'da paça çorbası ile kahvaltı molasındayız.
Yolculuk
sohbeti sırasında, sağ ön koltukta oturan arkadaş, yahu diyor,
ne uzun tuneldi o, git git bitmedi. Hepimiz birbirimize bakıp, hangi
tünel diye anlamaya çalışıyoruz. Aynı arkadaşımız, yahu
Amasya'da girip Suşehri'nde yakıt almak için çıktık ya tünelden
diyor.
Anlıyoruz ki, Tosya'da çiselemeye başlayıp,
Amasya'da biten yağmurda,
sileceklerin ön camda bıraktığı yarım dairelik izlerin
dışındaki tozlar nedeniyle,
arkadaşımız gece boyunca tünelde gidiyoruz sanıyor. Suşehri'nde yakıt
alırken aracın camları temizlenince de tünel izi kayboluyor. Bunu
anlayınca, hepimiz gülme krizine giriyor ve çorbalarımızı
üstümüze dökerek içiyoruz.
Peki, bunları yirmi yıl
sonra, niye mi yazıyorum. Son günlerde yine,
sık
sık, sırt üstü hareketsiz yatarak, içinde garip gürültüler
çıkaran daracık tünellere giriyor ve her defasında, yolculuğumuzdaki bu tünel
sohbetimizi ansıyor, o daracık
tünelde gülmeden,
kımıldamadan
durabilmek için
kendimi zor tutuyorum da ondan...
Fotoğraf
& Öykü : Hüseyin
Kekiç / 07.09.2023