Ama Sen...

        Doksanlı yıllarda, Gayrettepe Telefon Müdürlüğünde abonelik işlemi için bekliyor Rasim. Bugünlerde olduğu gibi, işlem sıra numarası veren makineler yok o yıllarda. Bankodaki memura evraklarınızı teslim edip, isminizle sizi çağırmalarını bekliyorsunuz. Bekleyenler için koltuk, sandalye falan da yok. Diğer işlem sırası bekleyen kişilerle birlikte volta atıyorsunuz salonda.
        Bir süre sonra memur, Rasim Kartal diye sesleniyor salona doğru. Kendisini çağıran memura doğru yöneldiği sırada, genç bir kadın, koluna dokunuyor ve Merhaba Rasim, ben Oya diyor. Rasim tanımak için yüzüne bakarken, Kasımpaşa Lisesinden kardeşin Oya diye hatırlatıyor kendini.
        İşlemlerini bitirip çıkıyorlar birlikte. Birbirlerine kartvizitlerini vererek, ilk fırsatta görüşme dilekleriyle ayrılıp, işlerine dönüyorlar o gün. Yaklaşık iki ay sonra, yolu Kasımpaşa'ya düşünce Oya'yı arıyor ve ofiste olduğunu öğrenince kartvizitteki adresi arayıp buluyor Rasim.
        Duvardan duvara, karton klasörlerle dolu dolapların önünde, koyu renkli ahşap iki masanın birinde bir memur, diğerinde de stajyer öğrenci ile birlikte çalışıyor Oya kendisine ait muhasebe bürosunda. Stajyer çocuk, buzlu camlı, iki geniş kapı ile ayrılan odaya geçip, Rasim'in geldiğini haber veriyor Oya'ya.
        Gülerek çıkıyor odadan Oya. Selamlaşıp camlı kapıların arkasındaki odaya geçiyorlar birlikte. Büyük, formika kaplı bir makam masası ve önünde karşılıklı iki misafir koltuğu, ortasında sehpa, sehpa üzerinde büyük, oyuklu kanalları olan, yuvarlak, cam bir kül tablası var. Bu küçük odanın duvarları da içlerinde karton klasörler olan ahşap dolaplara dolu. Stajyer çocuk, üzerinde iki bardak çay ve şeker kavanozu olan tepsi ile içeri girince, yüksek arkalıklı, deri kaplama görünümlü, kol dayama bölümleri masaya çarparak soyulmuş koltuğundan kalkıp, Rasim'in karşısındaki misafir koltuğuna oturuyor Oya.
        O yıllara ve yaz sıcağına göre oldukça kalın ve kapalı duran, ayak bileklerine kadar uzun bir elbise giymiş. Kısa saçlarını toplamış, arkada küçük bir atkuyruğu yapmış Oya. Lisede olduğu gibi yüzü makyajsız ve solgun. İnce dudaklarındaki kurumuş kabuklardan anlıyor Rasim, sıkıldığında dudaklarını kemirme huyunun devam ettiğini.
        Gülerek lise yılları anılarına dönüyorlar sıcak dost çayı eşliğinde. Hatırladıkları ortak arkadaşlarını anıyorlar iç çekerek. Yaklaşık yirmi yıl olmuş görüşmeyeli. Evlenmiş ikisi de. Oya, dokuz yıl dayanabilmiş kumarbaz, yalancı ve tembel kocasına. Ayrıldığında kızı yedi yaşındaymış. Anne kız birlikte kalmışlar ilk günlerde. Muhasebe bürosu beş yıldır buradaymış. Sohbet ilerledikçe Oya'nın sık sık kolundaki saatine baktığını fark edip, kalkmak istiyor Rasim. Birazdan kızının geleceğini söylüyor ve bekleyip onunla da tanışmasını istiyor Oya.
        Kapı zili çalınca, hızla kalkıp, çekmeceden çıkardığı bir başörtüsü ile saçlarını kapatıyor ve makam koltuğuna oturuyor Oya. Rasim'e bakıp, kızının erkeklerle tokalaşmadığını söylüyor mahcup bir ifadeyle.
        Öndeki salonda bir hareketlenme oluyor ve camlı geniş kapı sarsılarak açılıyor. Çenesinin ucunu da kapatan başındaki türban ve tesettür kıyafeti içinde, uzun sayılacak boyu ile Rasim'i görünce kapı önünde kalıyor kısa bir süre genç kız. Oya ayağa kalkıp, Rasim bey, liseden abim dediğim, çok sevdiğim arkadaşım diye tanıtıyor misafirini. Hoş geldiniz deyip salona geçiyor kız kapıyı sertçe çekerek.
        Oya, yine Rasim'in karşısındaki misafir koltuğuna oturup, kusuruna bakma onun diyerek, başlıyor anlatmaya. Severek evlendik aslında. İki yıl sonra kızım doğdu. Bir kaporta dükkanı vardı babasının. Ben de bir büroda çalışıyordum o yıllarda. Kumar oynadığını sürekli söylediği yalanlarından anlayıp, boşanmak istediğimde, aile büyükleri girdi araya. Camii imamıyla geldiler. İmam, bizzat ilgilenip, onu kumar ve kötü alışkanlıklarından uzaklaştıracağını söyledi ve yuvamı korumamı öğütledi bana. Borç batağındaki dükkanı da gidince elinden, bir tarikata girdi. Sözüm ona arınmak için ibadete vermişti kendini. Artarak devam eden yalanları yüzünden başlayan tartışmalarımız, ağır hakaretler ve bağırarak suçunu bastırma isteği ile yaklaşık üç yıl daha sürdü. Boşanma davasını açtığımda, yedi yaşındaki kızım, henüz olan bitenden habersiz, babasından niye ayrı yaşayacağını anlamaya çalışıyordu. Hem babası, hem de ailesi kızın bu saf duygularını kullandılar ve okul dışındaki zamanlarında tarikat içinde tuttular onu. Ben, babası ve tarikat arasında savruldu gitti yavrucak.
        Ama sen, diye araya girmek istiyor Rasim şaşkınlıkla. Elini ortalarındaki sehpaya doğru uzatıp, evet ben solcu biriydim diyerek kesiyor sözünü Rasim'in. Ben hiç değişmedim inan derken, başındaki örtüyü açıyor camlı kapıya bakarak. Başı önünde, gözlerini sehpa üzerindeki kül tablasına kilitlemiş anlatıyor iç çekerek. Böyle giyinmemi kızım istiyor ve kendisi gibi tamamen kapanmam için sürekli baskı yapıyor bana. Aksi halde benimle asla görüşmeyeceğini söylüyor. Annemi kaybettikten sonra kızımdan başka kimsem kalmadı hayatımda. Ben onu kaybetmeyi göze alamam diyor ve susuyor Oya.
        Ama aile içi şiddet bu diye söyleniyor Rasim, farkında olmadan. Hayır, hayır diyerek itiraz ediyor Oya. Şiddet hiç olmadı aile içinde. Evet, kumar ve yalan vardı. Tartışmalarımız oldu. Zaman zaman küfür ve hakaretler de oldu. Ama asla şiddet olmadı. Ben halen senin bildiğin devrimci Oya'yım Rasim. Şiddete boyun eğmem ben. Canım pahasına sonuna kadar direnirim.

Hüseyin Kekiç - 26.02.2020

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder