Fatma
Hanım Merhaba,
Kitabınızı okudum ve öykülerinizi çok beğendim.
Öncelikle kahramanlarınızı tanıtırken kullandığınız zengin tasvirlerle, yazı dilinizin roman yazmaya daha müsait olduğunu söylemeliyim.
Her şeyin uykuda olduğu, ayın altından tepsiye benzeyip, yol gösterdiği bir gece, çaresizce bohçasını kaptığı gibi, adımlarını bir ileri, bir geri atarak, rüyalarını hem süsleyen, hem korkutan yolculuğa başladı… Şimdi çok uzaklarda kalmış köyünün ve çocukluğunun havasına benzetip soluduğu bu yeşillikler içinde kaybolmuş parktan yürüyerek çıktı düştüğü çıkmaz sokaktan…
Genellikle kahramanlar üzerinden kurgulanan ve uzun cümleler, güzel imgelerle zenginleşen ikiyüzlü yalan dünyada “Bu son görüş günümüz olur inşallah” diye mırıldandı bir mahpusun karısı.
Gök delindi önce. Öpücük konduran tüy gibi hafif kar tanecikleri, şeker helvası gibi düştü iki küçük kardelenin taptaze yüzlerine. Sonrası; cilalanmış gibi ışımaya, buzlanmaya başlayan kar, tipi ve beyaz ölüm!!!
Emare, tecrit, mektep, mevzu, envai çeşit nebat gibi birçok sözcükle zenginleşmiş, ikinci Abdülhamit devrinden, Mustafa Kemal Atatürk devrimlerine ulaşan bu uzun yolda, Paşa dedesini anlatan bir Cumhuriyet kadını, aydın bir yazar var bu kitapta.
Moda, manken, podyum, konsept, koreografi, tasarım sözcükleri ağzından düşmeyen balerin, manken, tasarımcı, moda editörü sayın Gül Gülgün hanımefendi ile Üsmen Aga’nın davarı gibi uyanan ve döşeğe işemiş çoparları yıkayıp paklayan, topladığı çöplerle apisteki babasına mangır ve tütün götüren Güllü de var bu kitapta.
Sevgiye susamış Ela’nın hayat kadranı, Sürmeli’nin geceyi yırtan karanlığı ve Esme gelinin yaralı bir kaçak ile kesişen yollarında sayın ki insanlığın kaderi, sayın ki gidip de dönmeyenler var.
Çivisi oynak, kapısı aralık bu handa; kaybolmuş ömrüne yanmayı bırak Emine Sultan. Kuş misali çırpınıp, dövme havayı dermansız kollarınla. “Uzat elini anne…” çaresizliğini okuyoruz bu kitapta.
En filozof, en ketum, en ebe, en uykucu, en öykücü, en sakin, en masalcı, en meraksız, en ilgisiz anneanne ile en dedektif torunu arasındaki ruhların göçü, Kütahya’da yanık Elife’nin savrulan hayatına ve haşhaşlı, ıspanaklı gözlemelerine götürüyor okuru.
Hayli serin, kasvetli ve rutubetli bir ilkbahar sabahında, motoru tekleyen bir araçla, komşu ildeki mahkemenin ilk duruşmasına yetişmeye çalışan avukat hanımın hukuk bilgisini ve oto tamircisi Yaşar Usta’nın işini tüm teknik detaylarıyla anlatmasını dinliyoruz bir sonraki öyküde.
Kocası Cemil, Oğlu Murat ve sustalı bıçak yarası olan genç bir kadının azmini ve iradesini, zamansız veda ile geçiyoruz.
Viran evin tahtası, küçük Mahmut’un kırmızı bisiklet hayali, çocuklar, gelinler ve huzurevine giden ömür gemisi ile “Elvada” diyor yazar biz okurlarına.
Bu güzel öykülerin yazarı Fatma Türkdoğan’a başarılar diliyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Hüseyin Kekiç – 03.05.2015
Kitabınızı okudum ve öykülerinizi çok beğendim.
Öncelikle kahramanlarınızı tanıtırken kullandığınız zengin tasvirlerle, yazı dilinizin roman yazmaya daha müsait olduğunu söylemeliyim.
Her şeyin uykuda olduğu, ayın altından tepsiye benzeyip, yol gösterdiği bir gece, çaresizce bohçasını kaptığı gibi, adımlarını bir ileri, bir geri atarak, rüyalarını hem süsleyen, hem korkutan yolculuğa başladı… Şimdi çok uzaklarda kalmış köyünün ve çocukluğunun havasına benzetip soluduğu bu yeşillikler içinde kaybolmuş parktan yürüyerek çıktı düştüğü çıkmaz sokaktan…
Genellikle kahramanlar üzerinden kurgulanan ve uzun cümleler, güzel imgelerle zenginleşen ikiyüzlü yalan dünyada “Bu son görüş günümüz olur inşallah” diye mırıldandı bir mahpusun karısı.
Gök delindi önce. Öpücük konduran tüy gibi hafif kar tanecikleri, şeker helvası gibi düştü iki küçük kardelenin taptaze yüzlerine. Sonrası; cilalanmış gibi ışımaya, buzlanmaya başlayan kar, tipi ve beyaz ölüm!!!
Emare, tecrit, mektep, mevzu, envai çeşit nebat gibi birçok sözcükle zenginleşmiş, ikinci Abdülhamit devrinden, Mustafa Kemal Atatürk devrimlerine ulaşan bu uzun yolda, Paşa dedesini anlatan bir Cumhuriyet kadını, aydın bir yazar var bu kitapta.
Moda, manken, podyum, konsept, koreografi, tasarım sözcükleri ağzından düşmeyen balerin, manken, tasarımcı, moda editörü sayın Gül Gülgün hanımefendi ile Üsmen Aga’nın davarı gibi uyanan ve döşeğe işemiş çoparları yıkayıp paklayan, topladığı çöplerle apisteki babasına mangır ve tütün götüren Güllü de var bu kitapta.
Sevgiye susamış Ela’nın hayat kadranı, Sürmeli’nin geceyi yırtan karanlığı ve Esme gelinin yaralı bir kaçak ile kesişen yollarında sayın ki insanlığın kaderi, sayın ki gidip de dönmeyenler var.
Çivisi oynak, kapısı aralık bu handa; kaybolmuş ömrüne yanmayı bırak Emine Sultan. Kuş misali çırpınıp, dövme havayı dermansız kollarınla. “Uzat elini anne…” çaresizliğini okuyoruz bu kitapta.
En filozof, en ketum, en ebe, en uykucu, en öykücü, en sakin, en masalcı, en meraksız, en ilgisiz anneanne ile en dedektif torunu arasındaki ruhların göçü, Kütahya’da yanık Elife’nin savrulan hayatına ve haşhaşlı, ıspanaklı gözlemelerine götürüyor okuru.
Hayli serin, kasvetli ve rutubetli bir ilkbahar sabahında, motoru tekleyen bir araçla, komşu ildeki mahkemenin ilk duruşmasına yetişmeye çalışan avukat hanımın hukuk bilgisini ve oto tamircisi Yaşar Usta’nın işini tüm teknik detaylarıyla anlatmasını dinliyoruz bir sonraki öyküde.
Kocası Cemil, Oğlu Murat ve sustalı bıçak yarası olan genç bir kadının azmini ve iradesini, zamansız veda ile geçiyoruz.
Viran evin tahtası, küçük Mahmut’un kırmızı bisiklet hayali, çocuklar, gelinler ve huzurevine giden ömür gemisi ile “Elvada” diyor yazar biz okurlarına.
Bu güzel öykülerin yazarı Fatma Türkdoğan’a başarılar diliyor, selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Hüseyin Kekiç – 03.05.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder