Geniş caddeler, yüksek beton binalar, gösterişli vitrinler ve kalabalık gürültüsünden uzaktayım bir süredir.
Çam ormanlarıyla çevrili bir vadinin içine gizlenmiş, büyük bir gölün kıyısında, terk edilmiş bir yel değirmeninde ne mi yapıyorum tek başıma?
İlk
yağmur damlaları değdiğinde
çıkan ve beton binalarda alamadığım toprağın kokusunu özledim
belki. Yağmurda ürpermeye, çamurda yürümeye, taş ocak içinde
yanan odun ateşinde ısınmaya geldim ve
dönemedim,
kaldım belki de!..
Her voltada adımlarıma eşlik eden ahşap zemin gıcırtısı, topuklarımın sesi, yalnız biri için eski bir koltuk ve kirli camından vuran ışıkla karanlığımı aydınlatan şu pencere dışında her şey yok burada.
Alt katta odun ateşinin közüne gömdüğüm patatesler ve dışı isli demlikteki çayım var yalnızca.
Biliyor musun?
Her voltada adımlarıma eşlik eden ahşap zemin gıcırtısı, topuklarımın sesi, yalnız biri için eski bir koltuk ve kirli camından vuran ışıkla karanlığımı aydınlatan şu pencere dışında her şey yok burada.
Alt katta odun ateşinin közüne gömdüğüm patatesler ve dışı isli demlikteki çayım var yalnızca.
Biliyor musun?
Mis
gibi közde patates kokusunu
beklemek güzeldir.
Çayın
demini beklemek de
güzeldir.
Beni
bu çürük pencere kenarında
bekleten bir sebebimin
olması, bunlardan çok daha güzeldir...
Fotoğraf & Öykü : Hüseyin Kekiç
Fotoğraf & Öykü : Hüseyin Kekiç
Tebrikler. Kaleme ve yurege sağlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim Ebru.
SilHüseyin abi Hayırlı olsun Blogun yazılarında fotograflarında çok sağlam...tebrik ederim
YanıtlaSilTeşekkür ederim Sevinç. Selamlar, sevgiler...
SilHarika olmuş.Metin,Hikayeden çok şiir gibi...
YanıtlaSilTeşekkürler İbrahim hocam 😊
YanıtlaSil