Geç-İş

Alkışlar o kadar uzun sürdü ki utanmış, mahcup olmuştu. Evet, çok emek vermişti bu projeye. Günlerce, haftalarca gece gündüz demeden çalışmış, hazırlanmıştı. Hem yöneticilerine, hem de müşterilerine başarıyla sunmuştu projeyi. Sunumun sonunda çok kârlı bir satış sözleşmesi imzalamıştı yöneticileri.

Otoparktan çıkarken sırtından akan teri hissetti. Kravatını gevşetti, gömleğinin üst düğmesini açıp biraz rahatladı. Nihayet hedeflediği görevdeydi. Ama böyle önemli bir projeyi başarıyla sunmuş olması bir üst göreve atanmasından daha çok mutlu ediyordu onu.

Kendini şımartmak istiyordu. Yolunun üzerindeki bir bara uğradı. Bir iki kadeh soğuk bir şeyler içip, müzik dinleyecekti. İkinci kadehi yudumlarken, karşısında ona bakan güzel kızla buluştu gözleri. Ne güzel başlamıştı bugün ve ne güzel sürüyordu. Başıyla hafifçe selamladı güzel kızı. Yüzündeki ciddi yönetici ifadesi değişmiş, ince tebessümüyle yanağında gamzeler oluşmuştu.

Kız sürekli onu izliyor ve tebessüm ediyordu. Kalktı, elinde kadehiyle kızın yanına gidiyordu. Tam oturacakken güzel kızın yanına, telefonu çaldı. Genel müdürüydü arayan. Önce bugünkü başarısından dolayı teşekkür etti. Yeni görevini kutladı. Ardından da yarın önemli bir toplantıya katılması gerektiğini bildirdi.

Denizin kokusu, uzakta batan güneş ve saçlarını okşayan rüzgâr huzur veriyordu ona. 
Telefon konuşmasından sonra kendini gece çalışmak zorunda hissetmiş ve çıkmıştı bardan.

Sahilde, uygun bir yerde bıraktı arabasını. Ceketini ve kol düğmelerini çıkarmış, gömleğinin kollarını dirseğine kadar geri kıvırmıştı. Boynundaki gevşemiş kravatı uçuşuyordu özgürce. Denizin kenarında uzaklara baktı biraz. Yürüdü bir süre. Birden durdu. Hınzırca bir gülüş oturdu yüzüne. Avrupa şampiyonası yarı final maçında takımının umudu olmuş son dakika frikiğini kullanacak gibi hissetti kendini. Vücudunu biraz yana çevirdi. Yarım adım öne aldığı sol ayağı üzerinde yaylandı hafifçe ve kalçadan savurduğu sağ ayağının içiyle yaptı atışını. Sivri uçlu, siyah rugan ayakkabısının üzeri kirlenmiş, hatta yaralanmıştı. Ayağı da acımıştı biraz. Ama atış başarılıydı. Denizden çıktığından şüphe etmediği orta büyüklükte bir çakıl taşını, iskelenin kenarına bağlanmış balıkçı teknesinin üzerinden atmıştı denize.

Avuçlarını sıkıp, sevinçle koştu arabasına. Bütün camlarını açtı arabanın. Milli takım marşını açtı sonuna kadar ve sürdü arabasını. Arda veya Nihat gibi havaya girmişti. Sahildekiler tuhaf gözlerle izlediler onu.

Yol boyunca telefonu hiç susmadı. Arkadaşları arıyor, tebrik ediyorlardı. Kendiyle gururlandı. Oturduğu site girişine yaklaştığında kıstı müziğin sesini. Gevşemiş kravatını sıktı biraz. Gömleğin kollarını açtı. Aracını park edip inerken ceketini de giydi. Çantasıyla asansöre bindi. Asansörden indi, hızla daire kapısına yürüdü. Çantasını dizinin üzerinde açtı, karıştırdı, yoktu işte anahtarı. Sunumdan sonra, odasındaki küçük kutlamaların ardından sevinçle atmıştı kendini dışarı. Anahtarı masasında kalmıştı.


Asansör geldi yine bulunduğu kata. Elinde şık bir paketle genç biri çıktı asansörden. Yanından geçti ve karşı dairenin ziline bastı genç adam. Biraz sonra kapı açıldı.


“Anne, babam geldi” diye bağırdı küçük bir kız içeri doğru.


Genç adam sol elindeki paketi arkasına saklayıp, Almanya milli takımına ikinci golü atan Semih gibi, sağ elin işaret parmağını dudakları üzerine götürerek sus işareti yaptı küçük kıza.
Elinden tutup küçük kızın girdiler içeri.

Birden gerildi. Yüzünde acı bir tebessümle yaslandı daire kapısına. Sol elindeki çantası düştü hafifçe. Sağ eliyle saçlarını çekti, boynunu ovdu.


Hiç umudu yoktu ama yine de denemek istedi.
Titreyen işaret parmağıyla zorlukla dokundu kapının ziline.
Zil acı acı çaldı.
Anahtar olmadan bu kapı açılamazdı.

Hüseyin Kekiç – 30.06.2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder