Bir Kaçışın Öyküsü

“ Subject:        KAÇIN !!!
Kapatın bugün dükkanın kapısını. Asma kilitleri çıkartıp asın kapılarına. Telefonları evde bırakın bugün. İşi boşverin. Boşverin...
Durun.
Sadece durun bugün. Şöyle açıkhavada uzun bir yürüyüşe çıkın. Sessizliğe teslim edin kendinizi. Gazeteleri de boşverin. Okuduysanız da boşverin.
Arabaya binmeyin ya da binecekseniz de şöyle açıkhava biryerlere götürmesi için, gitmek için binin.
Binin gidin...
Gidin hadi. Gidin.gidin... “
(Bir sabah yukarıdaki mesajı aldım ve kaçtım. Bu kaçışımın öyküsünü paylaşıyorum sizinle.)
Bir Kaçışın Öyküsü

Bu yazıyı alır almaz kaçtım. Hem de bilgisayarımı bile kapatmadan. Yazıdan çok etkilenmiş, kendimle baş başa kalmaya karar vermiştim. Hızla dışarı çıktım. Amacım açık havada dolaşmak ve kendime zaman ayırmaktı. Gerçekten de yalnız kalmayalı çok uzun zaman olmuştu. Yolda giderken hiçbir şey bu kararımı etkilemeyecek ve bugün tamamen bana ait olacak diye düşünmüştüm.

Dolaşırken kendimi sakin bir çay bahçesinde buldum. Oturdum bir köşeye geçmişi, bugünü ve geleceği düşünmeye başladım. Bu kaçış çok hoşuma gidiyordu. Huzurlu ve rahat olduğumu hissediyordum.

Birden karşı masada oturan ve etrafa dikkatlice bakan iki kişiyi fark ettim. Yanlarındaki masada oturan ve çocuk arabasındaki bebeğine mama yedirmeye çalışan bir genç hanımın masada duran el çantasını izliyorlardı. Biri etrafı gözetliyor, diğeri de çantayı almayı planlıyordu.

İşte yine huzursuz olmuştum ve rahatım kaçmıştı... Benim onları fark ettiğimi anladılar. Masadan kalktılar, çay bahçesinin dışına doğru yürümeye başladılar. Gidiyorlar diye içim rahatladı. Çayımı içip buradan uzaklaşmak üzere kalktım. Dışarı çıktığımda biraz önceki iki kişinin kadını uzaktan izlemeye devam ettiklerini gördüm.

Benim gittiğimi görünce hızlı adımlarla yine bahçeye girdiler. Dönmeyi düşündüm önce. Sonra vazgeçtim. Bana mı kalmıştı bütün olumsuzlukları düzeltmek. Ben kendime zaman ayırmayı düşünerek kaçmıştım buralara. Şimdi hiç tanımadığım kişilerle uğraşamazdım. Ne haliniz varsa görün dedim kendi kendime. Geldiğim tarafın ters istikametine doğru yürümeye başladım.

Caddenin karşısındaki sokağın başında iki araba çarpıştı. Şoförler hızla indiler ve birbirlerine bağırmaya başladılar. İri yarı olanı sakin, ufak tefek olanı ise tam aksine hırçın biriydi. Bağırıp duruyor, iri yarı adamı taciz ediyordu. Uzaktan biraz izledim ama bu tartışmanın sonu hiç de iyiye gitmiyordu. Birazdan kavga edecekleri belliydi. Etraftaki esnaflar, sakinleştirmeye ve uzlaştırmaya çalıştılar önce, ama ufak tefek adam öyle huysuzluklar yapıyordu ki herkes ne haliniz varsa görün deyip işlerinin başına döndü.

Dar ve dik bir sokakta, yüksek bahçe duvarları olan büyük bir binanın tahta kapısının önünde yazmalı kadınlar oturuyordu. Bohçacı kadınlar yere serdikleri, çeyizlikleri kadınlara satmaya çalışıyorlardı. Kadının biri,
"Kızım yakında gelin olacak, uygun verin de alayım şu takımları." diyordu. Bohçacı kadınlar da,
"Yaparız bir şeyler be ablacım, sen gönlünü ferah tut." diyorlardı.

Yolun kenarına kurdukları tezgahlarda üniversite öğrencileri el işi takılar satıyor, kendi aralarında şarkılar söylüyorlardı.

Bir grup orta okul öğrencisi okul çıkışında ellerinde sigaralar, top oynamaya gidiyorlardı.

Deniz kenarında buldum kendimi. Balık tutanları izledim bir süre. Denize baktım. İyi oldu bu kaçışım diye düşünüyordum. Biraz boşlukta kalmış, rahatlamıştım. Sinemaya ya da tiyatroya gitmeliyim diye düşündüm. Ama önce bir şeyler yemeliydim. Balık ekmek yiyordu sahildekiler.

Tiyatro kuyruğunda bilet almaya çalışırken pasajdaki cafede oturan kalabalık iki grup arasında kavga çıktı. Bir anda ortalık karıştı. Polisler geldiler. Pasajın giriş ve çıkışlarını kapatarak arama ve kimlik kontrolüne başladılar. Bir kenarda sessizce olanları izlerken,
"Kimliğinizi görebilir miyim?" diyen polisle yüz yüze geldim.

Bir polis otobüsünde kavga eden gençlerle birlikte sorguya gidiyordum. Öyle bir kaçışla çıkmıştım ki kimliğimi bile yanıma alamamıştım.

Kendimle baş başa kalmak için işimi gücümü bırakıp kaçtığıma inanmayan polisler, yüzümdeki gülümsemeye sinir oluyor, rahat ve umursamaz tavırlarımdan rahatsız oluyorlardı.

Elleri coplu polisler, ellerimizi başımızın üzerine koyarak otobüsten indirdiler bizi. Bizi diyorum ya, ben aslında yalnızım ve kendimle baş başayım.

Polis araçlarının, siren seslerinin ve hızlı bir koşuşturmanın olduğu geniş bir binanın önüne dizildik. Nasıl olsa hiçbir suçum yok. Her şey birazdan anlaşılacak ve buradan gideceğim diye düşünüyordum. Çünkü kaçarken kendimi mutlu ve huzurlu olmaya şartlamıştım. Kavgacı gençler birbirlerine beni işaret edip hangi taraftan olduğumu anlamaya çalışıyorlardı.

Biraz sonra yüksek merdivenli polis binasının önünde, elinde çocuk arabası ile çay bahçesindeki genç kadını gördüm. Hem ağlıyor, hem de yardım istiyordu polislerden. Ne kolunda, ne de elinde çantası yoktu.

Kavgacı gençler tek tek bir odaya götürülüp ifadeleri alınıyordu. Sıranın bana gelmesi de yakındı. Odanın önünde beklerken üst katın merdivenlerinden bohçacı kadınlardan kızına çeyiz almak isteyen yazmalı kadını gördüm.
"Kızımın düğünü için aldığım takılarımı çaldılar" diye, ağlıyordu o da.

Aslında bu adam çok sakindi. Şimdi niye böyle çıldırmış gibi etrafına bakıyordu. Ufak tefek adam ortalarda yoktu. İri yarı adamın bileklerinde kelepçe takılıydı. Yanımdan geçerken göz göze geldik. Öyle çaresiz bakıyordu ki.

Odaya aldılar beni. Olanları en başından sakince anlatıp, oradaki kadınlara ve iri yarı adama da yardımcı olabileceğimi umuyordum. Ancak, bu kaçış öyküme polisleri bir türlü inandıramadım. Polis telsizlerinden duyulan haber ve ihbarlar çok sinir bozucuydu. Kapkaç, uyuşturucu, yangın, kavga, cinayet, hırsızlık, tinerci vahşeti ihbarları birbirini izliyordu...

"Peki o zaman" dedi, polisin biri.
"Anlattıklarına inanmamız için şu kadının çantasını alanları teşhis et bize."

Aslında fotoğraflara bakmak çok keyifli bir duygudur. Ama önüme koydukları albümde gördüğüm suratlar keyfimi kaçırmıştı. Evet, işte onlar da buradaydılar. Çay bahçesinde de bu kadar suratsız ve çirkindiler.

Bohçacı kadınlar da albümdeydiler. Ama ufak tefek adam yoktu. Gösterdiğim resimleri yeni bir ekibe verdiler. Ekip onları toparlayarak kısa sürede döndü. Suçlular kısa sürede yakalandı diye seviniyordu çay bahçesindeki ve yazmalı kadın. Bu arada polisler, beni mağdur olanlarla görüştürüp, ifadelerini tamamlıyorlardı. Ne çay bahçesindeki, ne de yazmalı kadın beni hiç fark etmemişlerdi bile.

Yakalanan gençlerin bana bakışları hiç de hoş değildi. Ben binadan çıkarken iri yarı adam yine etrafında koşuşturan polisler ve bileklerinde kelepçe ile götürülüyordu. Yine göz göze geldik. Geri dönüp biraz önce konuştuğum polise onu nereye götürdüklerini ve neler olduğunu sordum.

"Nereye götürülecek" diye tersledi beni polis.

"Cinayet mahalline, tatbikata."

Hüseyin Kekiç - 30.12.2007

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder